Beş soruda “Gandi Sokağı”nda Bir Gezinti

[ پرسه در خیابانن گاندی ، گفتگو با سانازسیداصفهانی

گفتگو با سانازسیداصفهانی – مجله ادبی BURADA

.Turgut Say (Çevirmen) sordu, Sanaz Seyed Esfahani (Yazar) yanıtladı

Turgut Say: Sanaz, bu kitapta beni büyüleyen zekice bir tasarım var; bir hikâyedeki önemsiz kişiler diğer bir hikâyenin kahramanı haline gelebiliyor. Aslında bu bir yerde gerçek hayatımızda da söz konusu olan bir durum. Belki bizim hayatımızda önemli bir yere sahip olmayan kimi kişiler kendi hayatlarının veya başka hayatların başkahramanları olabiliyorlar. Acaba bunu bilinçli olarak mı tasarladın?

Sanaz Seyed Esfahani: Gandi Sokağı’nın tohumu ilk hikâyeyle atıldı. Isırılmış elma gerçek birinin lakabıdır. Bu hikâyeyi yazarken çocukluğuma geri döndüm ve ister istemez birçok kişiyi hatırladım. Tam da burada dediğin gibi hayatımın ekseninde olmayan bu kişileri hatırladıkça onlar hakkında birer hikâye yazabilirim diye düşündüm. Bu zaten sinemada da kullanılan bir teknik. Kamera biri üzerine odaklanmışken etrafı da çeker ve oradan geçen birilerinin peşine de takılabilir. Ben de bilinçli olarak aynı şeyi yapmak istedim.

Turgut Say: Benim en çok beğendiğim hikâyen kırık akvaryum hikâyesiydi. Burada iki kadın yıllar sonra tesadüfen karşılaşır. Bu karşılaşma ikisini de mutlu etmiştir. Ama nedense birbirlerine durmadan yalan söylemeye başlarlar. Neden böyle iki yüzlü veya yalancı iki kadın yaratmak istedin? Acaba bunu doğu insanının bir zaafı olarak mı vurgulama gereği duydun?

Sanaz Seyed Esfahani: Hımm… (gülüyor) Ben bu soruyu nasıl yanıtlayabilirim? Peki, siz nasıl yanıtlarsınız? Bana kalırsa bu soru da çok samimi değil. Aslında sizin iki yüzlülük dediğiniz bu özellik modern insanın sevimsiz bir özelliğidir. Sanal dünyada bu iki yüzlülük hep yaşanıyor. Bu hikâyeyi ben de beğeniyorum. Ama bence burada asıl karşılığını bulamadığı için yozlaşan şey samimiyettir. Bakın, Fatih Akın’ın duvara karşı filmini hatırlayın. Filmin kadın kahramanı bir sahnede kendisiyle ilgili çok samimi bir itirafta bulunur. Ama adam onu anlayamıyor. Kızın samimiyeti karşılıksız kalınca da kız içki şişesini kırıp bileğini kesiyor. Bu hikâyede de birbirini en son on sene önce gören iki kadın var. On sene önce henüz devrim olmamış. İkisi de sosyal konumları iyi, rahat ve gamsız hayatlar yaşıyor. Sonra yaşanan devrimle birlikte hayatlarımız değişiyor. Hikâyedeki iki kadının da zor dönemleri oluyor. Artık ikisi de o gamsız kızlar değiller. Sorunları var. Modern insan çaresizce yalana sığınabilir; bu, sanal dünyada sık rastlanan sıradan yalanlardır ama aslında bu derindeki gerçekleri yok etmez. Burada da öyle. Evet, küçük yalanlara sığınıyorlar ama arkasındaki gerçekler de ortada. Bu hikâye bu yüzden çok hüzünlü.

Turgut Say: Aslında İrec klasik bir aşk hikâyesi. Erkek sevdiği kıza evlilik teklifi için değişik bir sürpriz hazırlar. Ama sonra yurt dışına çıkmak zorunda kalır. Devrim olur. Havalimanları kapatılır. Aralarına mesafe girer. Sonra adam geri döndüğünde sevdiği kızın başkasıyla evlendiğini görür. Ama nedense ben İrec’i hiç sevmedim. Onun hayatını yönetmekten aciz tavrı. Zamanla pedofiliye dönüşen bastırılmış sevgisi. Kısacası sevmeden çevirdim İrec’i!

Sanaz Seyed Esfahani: Bu çok acımasızca! Aslında ben İrec’i tanıdım. Yurt dışında sanat eğitimi gören biriydi. Devrim sonrası bir ara havalimanları kapatıldı, o da o esnada İran’daki sevgilisinden ayrı düşmüştü. Aslında ben bu hikâyede devrimin yarattığı o toplumsal kesintiyi anlatmak istedim. Tabii İrec’i bir ayakkabı boyacısı kalıbına sokan, onu dilsizleştiren benim. Hikâyede İrec’in sevdiği kadının küçük kızına duyduğu ilgiyi pedofiliye yoruyorsunuz. Pedofili var mı? Evet, öyle gözüküyor ama aslında öyle değil. Devrim biz İranlılar için zamanın bir yerde dönüp kalışı gibidir. İrec’in hikâyesi gibi yarıda kesintiye uğrayan ve yozlaşan bir aşk…

Turgut Say: Çatarunga değişik bir hikâye. Sanıyorum senin en çok sevdiğin hikâyelerinden biri. Burada vefat eden kumarbaz ve içkici bir babanın kızı, uyuşturucu bağımlısı abisinin tecavüzüne uğramıştır ve hatta onun çocuğunu taşıyorken derin ruhsal çöküntü içindedir. Bu tip ensest ilişkiler bizim gibi kapalı toplumlarda hep yaşanıyor ama kadınlar sustuğu için örtbas ediliyor. Acaba bu hikâyeyi yazarken buna da mı değinmek istedin?

Sanaz Seyed Esfahani: Doğrudur, bu hikâye benim en çok sevdiğim hikâyem. Ayrıca çok iyi yazıldığını da düşünüyorum. İyi eserde yazar sadece bir kanaldır, eser kendini yazdırır ve bu hikâyede de aynen böyle oldu. Aslında ben ilk önce materyal toplar sonra yazarım ama bu hikâyede öyle olmadı. Bir gece kendimi çok mutsuz hissediyordum, öyle ki ölmeye karar vermiştim. Vasiyetimi yazmak için bilgisayarımın başına geçtim. Çok mutsuzdum. Bunu yazmak isterken birden ekranda şu cümleleri gördüm: “Çok mutluyum. Sanırım kimse benim gibi mutlu değil ve olamayacak. Olabildiğince mutluyum…”

Bilerek bir yalanı yazıyordum ama bu yalan gerçeği örtmek için değildi; kışkırtılarak daha da açık bir şekilde ortaya çıkarmak içindi. O gece birkaç sayfa yazıldı, ertesi gün yazılanları okurken oradaki kimi cümleler bana uyuşturucu kullandığım dönemi çağrıştırdı ve ben birden kendimi bu hikâyenin içinde buldum. Burada söylenen şeyler hem yalan hem doğrudur. Evet, biz bazı şeyleri İran’da açık açık söyleyemiyoruz ama daha açık söylenen yerlerde de aynı sıkıntılar mevcut. Bizde bu konular ahlaki olarak konuşulmaz ama bu engelin olmadığı demokratik ülkelerde de sonuç farklı değildir. Ben bu hikâyedeki suç unsurlarını gazetelerden anımsıyordum. Yani bir şekilde yazılı basın bu tip olayları haber ediyor ama belki onu açıkça tartışamıyoruz. Buradaki terk edilmiş ev, eski eşyalar bu havayı ben yarattım; bu kitabın kapağının ressamı sayın Khakdan’ın da eserlerinde bu terk edilmişlik teması var. Bu terk edilmişlik devrimden sonra hayatları altüst olan veya kendi ülkelerini terk etmek zorunda kalanları simgeliyor. Kadınlara gelince evet, kadınların sessiz kalışı bizim toplumumuzda ciddi bir sorun. Ama bunun kaynağında sadece din yok, gelenek ve töreler de var. Bu bakış açısı yasaları da etkiliyor. Modern toplumlarda kadın ve erkek eşitliği bir hikâye. Bir kere her şeyden önce yasalar bile bu eşitliği sağlarsa toplumun bakış açısı erkekten yanadır. Ama benim burada anlatmak istediğim en önemli şey, bir ailenin parçalanma hikâyesidir. Bir yerde devrimin de etkisi olmuştur. İran toplumunda üzerinden kırk sene geçmişse de devrim hâlâ sindirilebilmiş değil. Devrim sonrası yaşanan somut bir terk edilmişliğin izleri ne yazık ki hâlâ yaşanıyor.

Turgut Say: Kafe Gandi’de ise modern gibi görünen fakat aslında gelenekler ve ailevi ilişkilerinin etkisinde ezilen, hor görülen genç bir bir kızı görüyoruz. Ama bu hikâyede yazar, buna itiraz etmek yerine bu ezilmişliği izlemekle yetiniyor. Nedense ben hep senin hikâyelerinde bu tip kadınlara rastlıyorum. Görünüşte modern ama özünde geleneklerine bağlı ve erkeklerin üstünlüğünü kabullenmiş gibi görünen kadınlar.

Acaba bütün modern görünüş ve duruşuna rağmen sen de gizliden gizliye erkeklerin kadınlardan daha güvenilir ve yetenekli oluşuna inanan kadınlardan mısın?

Sanaz Seyed Esfahani: Bu kız bir yerde hayatımın bir bölümündeki beni temsil ediyor. O yüzden de bu hikâyeyi o dönemimi çağrıştırdığı için sevmem. Evet, belki bu yüzden ona isyan etmek yerine onu izlemeyi yeğliyorum. Uzun süre anneannemle beraber yaşadığım ve bütünüyle onun hayatından kendimi sorumlu tuttuğum hatta diğerlerinin de bunu beklediğini düşündüğüm bir dönemi yazdım. Aslında eminim ki kadın okuyucularım bu kitapta kendilerini bulacaklar. Evet, kadınlarda bu ikilem ve tedirginlik, bu emin olmayan duruş mevcut ama bu bir eksiklik değil, sadece bir davranış biçimidir. Ben bunu hiç yadırgamıyorum, yani görüntüde modern olduğu halde özde geleneklerini sayan veya dindar olan kadınları yadırgamıyorum. Bu tuhaf görünebilir. Yani bu ikilem bir ıstıraba sebep oluyor. Ama bunun sebebi biz değiliz. Bütün güç erkeklerde toplanınca kadına kalan tek çare kurnazlık ve iki yüzlülüktür. Bu kadının özünde yoktur, bir yerde erkeklerin kadınları ittiği bir davranış biçimidir. Ben eşitliğe inanmıyorum, evet hukuksal olarak eşit olmalıyız ama yapı olarak, kişilik olarak farklıyız. Bu kısa hikâye bir zaman kesitinde bir kızın iç dünyasının fotoğrafını çekiyor. Hayır, erkeklerin üstünlüğüne inanmıyorum ama gücün ve güç araçlarının erkeklerde olduğunu inkâr edemem. Erkeklerin hukuksal eşitsizlik ve kabalıklarından kaynaklanan bu güç, kadınların davranışlarında bir ikilem ve tedirginliğe yol açıyor.

درباره ساناز سید اصفهانی

متولد 14 . 9 . 1360 در تهران ، از سن پنج سالگی وارد هنرستان عالی موسیقی شد و بعد به مدرسه ی هنر و ادبیات ِ صدا و سیما رفت . ساز تخصصی او پیانو بود که به صلاحدید خانواده از ادامه ی تحصیل در این رشته به صورت تخصصی منصرف شد و وارد رشته ی ریاضی فیزیک شد و پیانو را در کنار درس با اساتید مجرب به صورت خصوصی فرا گرفت . او دارای مدرک انیمیشن کامپیوتری از مجتمع فنی تهران میباشد و همزمان با تحصیل و کار در این رشته وارد دانشگاه سوره ی تهران شد و در رشته ی تئاتر ، گرایش ادبیات دراماتیک تحصیل کرد . همزمان با ورود به دانشگاه شروع به همکاری با مطبوعات شد . او با روزنامه هایی چون همشهری ، همشهری مناطق ، اعتماد ، اعتماد ملی ، شرق ، تهران امروز ، فرهیختگان و ماهنامه ی ادبی گلستانه ، مجله ی نقش آفرینان ، ماهنامه ی رودکی و سینما- چشم ( روح سرگردان موزه سینما )، ماهنامه ی سیاسی فرهنگی دنیای قلم . . . همکاری کرده است .